"Das ist Berlin!" - Berlin Seyahatim

Wroclaw'da yaşadığım dönem, Berlin'e mesafenin maksimum 4 saat olması, en başından beri cezbediciydi. Okulun ilk senesini geride bırakıp, İstanbul'a dönme hazırlığı yaparken araya bir Berlin gezisi sıkıştıralım dedik. Zaten İstanbul'a dönüşümüz Berlin Schönefeld Havaalanı'ndan olacaktı. Bu fırsatı değerlendirip, 3 gece Berlin havası solumuş olacaktık.
Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()
Otobüsten iner inmez şehir merkezine giden trene binmek için totalde 30 kg'ı geçen bavullarla yola koyulduk. Bilet otomatında Türkçe seçeneğine tıklayarak (o anki mutluluğum tarifsizdi), 2.50'luk biletimizi aldık ve koşarak trene yetiştik. Bu tarz, şehir dışı sayılan tren hatlarında kontrole denk gelmek çok yüksek ihtimal olduğu için biletimize yapışık halde trendeki yerimizi aldık (Toplu taşımalara istediğiniz gibi binebiliyorsunuz. Bizdeki gibi gişeden geçmek, otobüs şoförünün akbili bastın mı gibisinden seni izlemesi gibi bir durum yok. Yapmanız gereken biletini alıp, cihaza okutmak. Eğer biletsiz biner ya da var olan bileti gerekli cihaza okutmazsanız ve kontrole denk gelirseniz para cezası ödemek zorunda kalıyorsunuz.). Fakat birkaç durak sonra, aslında o bileti trene binmeden istasyondaki cihazlara okutmamız gerektiğini hatırladık. Polonya'da toplu taşımaya bindiğinizde biletinizi araçların içinde yer alan makinalardan alıp, yine aracın içinde yer alan cihazlara okutuyorsunuz. Neredeyse bir senedir bu düzene alışınca, kafalar birazcık karıştı tabii. :)
İlk rotamız konaklamamızı üstlenen arkadaşımın evine, (Gizem'e sevgiler!) Lichterfelde'e oldu. Müthiş huzurlu ve sakin bu bölgeye adım attığımız an bir Türk manavıyla karşılaştık. "Willkommen in Deutschland!" :)


Gizem'in yaptığı mercimek köftesi ve kısırı bir oturuşta bitirip (malum homesick durumları), kendimizi Neukölln taraflarına attık ve başladık yürümeye. Şehrin garip bir havası var. Bölgedeki inanılmaz Türk populasyonu sebebiyle ne kendinizi yabancı hissediyorsunuz ne de oraya ait. Bizim gittiğimiz dönem tam da ramazan ayına denk geldiği için, oradaki Türkler oruçlarını açmak için iftarı bekler haldeydi. Gerçi böylesi bi' anda kendinizi ne derece yabancı hissedebilirsiniz orası da tartışmaya açık. :)


Karl Marx Caddesi üzerinde yer alan Neükölln Arcaden'e girdik. Her Berlin'e gelen gibi, o meşhur terasa, Klunkerkranich'e gidecektik. Ne yalan söyleyeyim, böylesi popüler bir teras bara bir avm'nin içinden geçip, otopark katından mekana ulaşacağımızı hiç düşünmezdim. Otopark katına çıktığımızda inanılmaz güzel kızıl bir gökyüzüyle ve bitmek bilmeyen bir kuyrukta içeri girmeyi bekleyen insan yığınıyla karşılaştık. Epey bekledikten sonra, (yanlış hatırlamıyorsam) 3€ giriş ücreti verip içeri girdik. Teras inanılmaz güzel bir atmosfere sahip. Özellikle günü burda batırmak Berlin'e dair güzel bir hatıra olarak akıllarda kalabilir. Ayrıca güzel müzik dinlemek isteyenler için de iyi bir adres.
(Burada çektiğim fotoğrafların kalitesi istediğim gibi olmadı malesef. Ben de Google'ladım :) Anlatmak istediğim tam da böyle bir gökyüzüydü!)
Berlin'deki ikinci günümüzde turistik gezimize görmeyi çok istediğim Holocaust Memorial ile başladık. Burası, ırkçılığın insanlık tarihine kazınmış yaralarından birini simgeleyen, Hitler döneminde hayatını kaybetmiş Yahudilere adanan bir anıt. İçerisine girince insanı saran o sıkışmışlık hissi ile blokların mezar taşını da andıran mimarisiyle sizi enteresan bir şekilde etkisi altına alıyor.

Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()
Ardından Brandenburg Tor'a doğru yürüdük. Trafiğe kapalı olan bu alan ayrıca yılbaşı gibi özel etkinler için toplanılan bir alan(mış).

Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()
Ve Berlin'in simgelerinden biri haline gelmiş, görmeyi çok istediğim yerlerden bir diğeri Berliner Dom'a geldik. Tam da burada kendimi turist gibi hissettim. Katedralin görkemli yapısı, önündeki süs havuzu ve etrafındaki insanlar... :)

Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()
Kreuzberg Kanalı'na doğru ilerlerken, sokak satıcısından 2'ya aldığımız sosislimizi yiyerek yürümeye devam ettik. Kreuzberg'e ulaştığımız da biz de herkes gibi kendimizi çimlere atıp, güneşin tadını çıkardık ve günün geri kalanı için enerji depolamaya çalıştık.
Kreuzberg'e geldiğinizde sizi koca bir Kreuzberg Merkezi tabelası karşılıyor. O anda insan bi' tuhaf hissediyor, turist olduğuna adapte olamıyor gibi.

Ayrıca, Avrupa'nın göbeğinde bile giydiğiniz şort yüzünden tuhaf bakışlara maruz kalabileceğiniz bir semt. Ya da biz çok şanssızdık. Bilemiyorum.
Enerjimizi bi' nebze depoladıktan sonra yine Türklerle dolu bir otobüs ile Mauerpark'a doğru yol aldık. Şanslıydık ki, bu parkta kurulan Flohmarkt adı verilen bit pazarına geldik. Burada zevkinize göre envai çeşit şey bulabilirsiniz. Kıyafet, ayakkabı, takı - toka, plak, çeşit çeşit antikalar ve aklınıza gelebilecek pek çok şey... Örnekle, 2'ya vintage bir saat alıp, aşırı mutlu olabileceğiniz bir yer :)
Flohmarkt'ın her standını gezmek istiyorsanız buraya biraz fazla vakit ayırmanızı tavsiye ederim. Bütçenizi sarsmadan keyifli bir alışveriş yapabilirsiniz.
Üçüncü ve son günümüzde, uzun süredir gitmek için can attığım, gayet uygun fiyatlara, aklınıza gelebilecek hemen hemen her şeyi bulabileceğiniz, alışveriş tutkunları için olmazsa olmaz adres olan Alexandarplatz'daki Primark'a doğru yol aldık. Turistik eşya satan mağazalarda Berlin yazılı bez çantalar 10'dan aşağı değilken, Primark'tan çok daha güzelini yanlış hatırlamıyorsam 2€ gibi bir fiyata aldım. Fazla söze gerek yok sanki :)

Ardından Berlin diyince akla gelen ilk yerlerden biri olan Berlin Duvarı'nı görmeye gittik. Duvarda birbirinden güzel ve yaratıcı çalışmalar bulunuyor. East Side Gallery adı verilen bu kısım, aslında özgürlüğü temsil ediyor.
Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()


Gizem Satıroğlu (@gizemstrgl)'in paylaştığı bir gönderi ()
Ve artık dönüş vaktiydi...
Yine tabana kuvvet diyip olabildiğince çok yer görmeye çalışırken adeta birer turist, kaldığımız evin yakınlarındaki göl kenarına gidip, saatlerce geleceğimiz hakkında konuşurken (yine ve yeniden) adeta şehrin yerlisi gibiydik.
Berlin; hareketli, dinamik... Wroclaw'la kıyaslayınca fazla metropol, İstanbulla kıyaslayınca hiç de yabancı olmadığın o şehir kaosu...  Hipsterlığın başkenti!
İlk oldu ama eminim ki son olmayacak, tekrar görüşeceğiz.

Sevgiler!


Yorumlar

  1. Berlin, (Krakow'da yaşadığım için) kapı komşumuz. Ama nedense oraya gitmek bir türlü nasip olmadı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Prag'dan sonra Berlin'i görmek çok büyüleyici olmadı haliyle fakat imkan varken gidip görmeli :)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar